"olmayacak bir şeyin peşindeyim" diye başlıyordu film. basma kalıp elbiselerle adagio for strings eşliğinde koşulan sokaklarda topuklu ayakkabıların sesi pek kısıktı doğrusu. hayalimdeki sinema kariyerime yaklaşarak, beyaz kağıtların eksikliğinden unutuveriyordum başvuru formlarını doldurmayı. ve bir sene daha bestekâr'dan mı geçecektim? elçilikler arasından yeşeren dalları kopara kopara yokuşları çıkıp, "küçükken limonata içerdik belpa'da, plastik bardaklarda" "karum'un önünde buluşur ve dondurma yerdik, bir zamanlar" "bilkent yeşermemiş bir vadiydi" "subway tunalı caddesi'ne bakardı" "gösteri sonrası tütülerimizle amerikan kültürü önünde dam dam dedo oynardık" gibi alakasız düşüncelerle vardığım gün ortamında, başkalarına konseptler çizip yaşama konseptimi gözden geçirmeyi bir gün daha mı erteleyecektim?
gerçekleri biliyor ama gerçeklemiyoruz, doğrusu.