"olmayacak bir şeyin peşindeyim" diye başlıyordu film. basma kalıp elbiselerle adagio for strings eşliğinde koşulan sokaklarda topuklu ayakkabıların sesi pek kısıktı doğrusu. hayalimdeki sinema kariyerime yaklaşarak, beyaz kağıtların eksikliğinden unutuveriyordum başvuru formlarını doldurmayı. ve bir sene daha bestekâr'dan mı geçecektim? elçilikler arasından yeşeren dalları kopara kopara yokuşları çıkıp, "küçükken limonata içerdik belpa'da, plastik bardaklarda" "karum'un önünde buluşur ve dondurma yerdik, bir zamanlar" "bilkent yeşermemiş bir vadiydi" "subway tunalı caddesi'ne bakardı" "gösteri sonrası tütülerimizle amerikan kültürü önünde dam dam dedo oynardık" gibi alakasız düşüncelerle vardığım gün ortamında, başkalarına konseptler çizip yaşama konseptimi gözden geçirmeyi bir gün daha mı erteleyecektim?
gerçekleri biliyor ama gerçeklemiyoruz, doğrusu.
Friday, May 26, 2006
Sunday, May 14, 2006
Thursday, May 11, 2006
simpli.city
saatlerin 15 geçelerinden birinde, işte tam bu açıdan bakarım yeryüzüne.. yorgun, ışınlanmak isteğinde ve sade.
Monday, May 08, 2006
instance coincidence
Sirkeci Garı'ndan Cuma günleri Selânik'e kalkan Dostluk/Filia treni, uzaklığını kestiremediğim bir gelecekte bekler beni.
Orient Express'in efsanevi lacivertliğinin izlerine rastlarken gara attığım son bakışlarımda, aklımda tek bir soru ile içime çekerim bistro havasını:
"Filmlerdeki gibi hayatta kalabilir miyim tren giderken, çalılara atladığım ve 1 km boyunca yuvarlandığımda?"
Saturday, May 06, 2006
Subscribe to:
Posts (Atom)